Dünyanın ekosisteminin çöküşünden sonra distopik bir gelecekte geçen film, çökmüş dünyanın çürüyen kalıntılarında yaşamını sürdürmek için hayatta kalma becerilerini kullanan, güçlü ve iradeli 13 yaşındaki bir kız olan Vesperı ve hasta babası, Darius’ı takip ediyor.

Deneyimli komiser In-ho, kimliği belirsiz bir adamın bir uçağa terör saldırısı düzenleyeceği yönünde ihbar alır. Olayı araştırırken şüphelinin KI501 sefer sayılı uçakta olduğunu keşfeder. Uçak Incheon Havaalanı’ndan Hawaii’ye doğru yola çıkar ama uçuşun başlarında bir adam gizemli bir hastalıktan ölür. Korku ve kaos hızlıca yayılır; ama sadece uçağın içinde değil, yerde de. Uçağın iniş isteği tüm havaalanları tarafından reddedilir. Haberi alan Ulaştırma Bakanı Sook-hee, uçağı güvenli bir şekilde indirmek için Terörle Mücadele ekipleri ile acil durum toplantısı ayarlar.

Bir baba, on iki yıl hapis yattıktan sonra kızının ve torununun sevgisi için savaşır.

İklim değişikliği yakın gelecekte sıcaklıkların ve deniz seviyelerinin feci şekilde yükselmesine neden olur. Su üstünde kalan iki büyük kıta yetersiz kaynaklar yüzünden birbirine düşman olur ve yapılan kitlesel göç yüzünden bir çok insan ölür. Evlerinden binlerce mil uzakta uçsuz bucaksız bir okyanusla çevrili bir kulede hayatta kalan bir grup askeri mürettebat vatanını korumaya çalışırken, kendilerini nasıl bir son beklediğinden habersizdir. Görev süreleri biten mürettebat menzile giren bir tekne görünce, bekledikleri yardımın mı geldiğini yoksa sonlarının mı yaklaştığını bilemezler.

1980 darbesinden sonra hayatı parçalanan bir ailenin yolları otuz yıl sonra tekrar kesişir. Birbirlerini hiç tanımayan ve ayrı büyümek zorunda kalan iki kardeş olan Deniz ve Devrim ile anneleri Melek yıllar sonra bir araya gelir. Her birinin yıllarca içinde tuttuğu bir öfkesi ve özlemi vardır. Üçü geçmişi tekrar gözden geçirip hayatlarında ilk kez birbirleriyle yüzleşip kırılan parçaları tekrar birleştirmeye çalışacaktır.

Eski bir balet olan Şevket’in hayatı oğlu Tolga’nın görme engelli kızı Ayşen’i ona bırakmasıyla bir anda değişir. Yaşama müzik ile sarılan Ayşen’e kendisini adayan Şevket kendisini bu umut yolculuğunda farklı hayatların çıkmazında bulacaktır.

Dumlupınar Denizaltısı Nara Burnu açıklarında seyrederken bir İsveç gemisi ile çarpışır ve saniyeler içerisinde boğazın derinliklerine gömülür. Denizaltının içerisinde mahsur kalan askerler kurtarılma umudu ile günler sürecek bir bekleyişe girerler

Ölüm döşeğindeki Muzaffer İnan kendisine bakmakta olan gazeteci oğlu Kemal, her biri hayat mücadelesi ile dağılmış ağabeyleri Metin ve Aziz’le birlikte ablası Selma’yı muhtemel ‘son bir gece’ için eve çağırır. Gelmeyen tek kişi büyük ağabey ile kavgalı olduğu gerekçesi ile eve girmeyip, yakınlardaki bir kahvede haber bekleyen Azizdir. Babaları için oraya gelen kardeşler kısa sürede miras paylaşımı üzerine sohbet etmeye başlarlar. Eski defterler açıldıkça konu şiddetlenir. Ancak kapıdan gelen bir zil sesi her şeyi değiştirecektir.

Nitram, 1990ların ortalarında annesi ve babası ile birlikte Avustralyanın banliyölerinde yaşayan genç bir adamdır. Asla uyum sağlayamadığı için tecrit ve hüsran dolu bir hayat yaşayan Nitram, beklenmedik bir şekilde münzevi bir mirasçı Helen ile arkadaş olur. Ancak bu ilişki trajik bir sonla karşılaştığında ve Nitramın yalnızlığı ve öfkesi büyüdüğünde, felakete yol açan olaylar yaşanmaya başlar.

Eski bir FBI ajanı olan Sarah Moss özel bir güvenlik şirketi olan Hiller Brood'da VIP müşterilerin koruması olarak işe başlar. Firmanın patronu Sharon, Sarah'ının yeteneğini fark eder ve onu daha özel bir göreve seçer. Sarah, "The East" adındaki örgüte sızıp, içeriden istihbarat toplayacaktır. Anarşist bir örgüt olan The East'in hedefinde yolsuzlukları ve suç dosyaları örtbas edilen belli başlı şirketleri çökertmek vardır. Örgütün içine girdikten sonra özellikle grubun lideri Benji ile yakınlaşan Sarah, The East'in fikirlerini ve ideallerine de sempati duymaya başlar. İki farklı dünyada iki rol arasında kalan kadın, şimdi bir seçim yapmalıdır... Brit Marling başrolde olduğu filmin kadrosunda kendisine Patricia Clarkson, Alexander Skarsgård, Ellen Page ve Shiloh Fernandez gibi isimler eşlik ediyor. Filmin yönetmenliğini Sound of My Voice'tan sonra ikinci uzun metrajlı filmine imza atan Zal Batmanglij üstlenirken, senaryoda Batmanglij ile başrol oyuncusu Brit Marling'in imzası var...

PKK`lı teörist lideri Seydo (Berhan Şimşek) ile izini sürdüğü Yüzbaşı Murat`ın (Tarık Tarcan) Güneydoğu`nun karlı dağlarındaki mücadele öyküsü. Bir koruyucu arayan PKK`lı bir terörist grubu, içi yolcu dolu köy otobüsünün önünü kesip durdururlar. Koruyucuyu öldüren teröristler sınır ötesine kaçmak için vahşi doğanın beyaz cehenneme çevirdiği karlı dağlarda yollarına devam ederken, komando Yüzbaşı Murat bir manga askerle peşlerine düşer. Bir dağ başında karşı karşıya gelindiğinde büyük bir çatışma çıkar. Bu sırada üzerlerine çığ düşer. Karların altından yalnızca PKK grubunun başı Seydo, kadın gerilla Zozan (Şermin Karaali) ve Yüzbaşı Murat kurtulur. Seydo, yaralı olarak sırtında taşıdığı Zozan ile bir mağaraya sığınırlar. Kaçakların izini süren Yüzbaşı Murat, onları mağarada teslim alır. Göz gözü görmeyen, karlı , fırtınalı vahşi dağlarda sürüp giden bu gergin üçlü yolculukta Zozan ölür. Seydo ile Yüzbaşı Murat bir mezraya geldiklerinde, askerleri ve teröristleri arayan helikopter tepelerinde uçmaktadır.

Azra ve Cengiz, 2 milyon dolar değerinde olan değerli bir taşı ABD’de yapılacak olan bir müzayedeye götürmekle görevlidir. İkili bu amaçla 811 numaralı uçağa biner. Ancak yolculuk onların düşlediğinden bambaşka bir şekilde gerçekleşir. Uçağın içinde şüpheli bir ölüm meydana gelir. Bu durum hem yolcuların hem de Azra ve Cengiz’in hayatının değişmesine neden olur.

Yusuf kasabada ona bir gelecek olmadığına karar vererek İstanbula gelmiştir. Daha önce şehre yerleşmiş akrabası Mahmutun yanında kalıp uzaklara giden gemilerde miço olarak iş bulmak ister. İdeallerine ulaşmak için her şeyi yapmaya hazırdır. Fotoğrafçı Mahmut ise, idealleriyle arasının gitgide açıldığının bilincindedir. Üstelik, kendini bu durumdan kurtarmak için de hiçbir şey yapamaz ya da yapmaya yanaşmaz.

Başarılı bir metin yazarı olmasına rağmen Josie asıl isteğinin muhabirlik olduğunu söyleyince ona bir teklif gelir. Hayalini kurduğu işte ilk görevi eski okuluna gidip öğrenci kılığında dönemin gençleri ile ilgili bir haber hazırlamaktır. Aslında bu öğrenciliğini bir "inek" olarak geçirmiş olan Josie için eski hataları düzeltme fırsatı gibi görünür. Üstüne üstlük öğretmenine âşık olunca işi ile aşkı arasında bir seçim yapmak zorunda kalacaktır.

Kötü Adamın 10 Günü, özel dedektif olarak çalışan eski bir avukat olan Sadık'ın hikayesini konu ediyor. Sadık, hayatta sahip olduğu her şeyi kaybeden bir adamdır. Yaşama karşı umudu kalmayan Sadık, yaşadıklarından sonra kötü adam olmaya karar verir. Sadık'ın hayatı, karmaşık bir davayı üstlenmesiyle çözülmeye başlar. Köşkte işlenen tuhaf bir cinayetin peşine düşen Sadık, cinayetin gizemini çözmeyi başarabilecek midir?

Bir arkadaşının cenazesine katılmak için, Pasifik sahili boyunca köpeği Lulu ile seyahat eden ordu muhafızı Briggsin (Channing Tatum) hikayesini anlatıyor. Yol boyunca, Lulunun sıra dışı davranışı Briggsin sınırlarını zorlayacak ama nihayetinde, hem kendisini hem de köpek arkadaşını daha iyi anlamasını sağlayacaktır. Film, kırık sandıklardan otel lobisindeki boğuşmalara kadar bazı oldukça çirkin anların yanı sıra; köpekler ve insanlar arasındaki bağı ve bu bağın travmalarımızdan kurtulmamıza nasıl yardımcı olabileceğini de inceleyecek.

Parlak, zeki, tutkulu ve özgür bir kadın olan Eleanor, Karl Marx’ın en küçük kızıdır. Feminizm ve sosyalizmi birbirine bağlayan ilk kadınlar arasında yer alan Eleanor, işçilerin hakları ve çocuk işçiliğinin kaldırılması için mücadele eder. Eeanor’un hayatı, 1883te Edward Aveling ile tanışmasıyla bambaşka bir hal alır. Edward Aveling ile tanışmasıyla birlikte Eleanor kendisini tutkulu ama trajik bir aşk hikayesinin içinde bulur.

Amerikanın kültürünün ve oradaki ortamın dıştan çok güzel, cazip ve cezbedici geldiğini ancak içine girdiğin zamanda ise seni ezmeye müsait bir literatüre sahip olduğunu gösteren bir film.

Yaptığı işi ve yaşadığı hayatı sorgulamaya başlayan bir kiralık katilin yolu genç bir kızla kesişir.Başarılı aktör Pierfrancesco Favino’ya, Greta Scarano ve Claudio Gioe’nin eşlik ettikleri yapım, Toronto ve Venedik Film Festivalerine de konuk olmuştu. Yönetmen koltuğu ise, Michele Alhaique’ye emanet.

IRA ile ilgili olarak çekilmiş filmde, Bobby Sandsin insanlık dışı muamelelere maruz kalışındaki sertliği adeta yaşıyorsunuz. Diyalogsuz sahnelerin vuruculuğu ile başlayan film, tüm filme yayılan dehşetli gerçeklik duygusu ile izleyeni kavrıyor. Mahkumların battaniye ve yıkanmama eylemleriyle ilerleyen direnişleri, altı hafta süren açlık grevi ile doruğa çıkıyor. Hayatı mücadele ile geçmiş Sands’ın kendi vücudunu yaşamının son savaş alanı olarak addedmesiyle yaşanan dramatik süreç muazzam bir etkileyicilikle gözler önüne seriliyor. Filmin etkileyiciliği sadece Sands önderliğindeki mahkumların direniş destanından ibaret değil. Zira hapishane mahkumlar için olduğu kadar gardiyanlar için de tam bir cehennem. Gardiyanların da alt üst olmuş psikolojisini izliyoruz filmde.

Farklı kültürdeki iki gencin evlilik süreci ve evlilikten sonra kültür farklılığından ve yaşam şeklinden kaynaklanan sorunların yaşandığı bir hayat ve iki genci bekleyen sonlar.